17 Ağustos 2012 Cuma

sus

" ben bir kelebeğim
                         yarın öleceğim
                                      kanatlarım emanettir
                                                     çırılçıplak gömüleceğim"

12 Ağustos 2012 Pazar

suskunlar



" Başlangıçta sukut var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve Yaradan Yegah makamında terennüm eyledi. Ve bu ışıltılı nağme ile etraf nur oldu. Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan, bu Yegah nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün.
...
...
Ve Yaradan Heftgah makamında es eyleyip sustu. Çünkü sesini Yer ile gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu.
...
...
Ve Yaradan, yerin toprağından adam yaptı ve onun burnuna, makamı gizli bir nağme üfledi. Adam bu nağmenin güzel olduğunu gördü.

İhsan Oktay Anar / Suskunlar


Bursa'ya dair...

Üzerinde eril fırtınaların koptuğu bir kraliçeydin aslında.
Gündüzlerinde, çocukların "ya mum ya para" diye iple yol keserlerdi mübarek gecelerin.
Kızıl bir derinliğe kavuşurdu Ulucami'nin minaresi.
Setbaşı Köprüsü altındaki çocukları yalnız cevşen korurdu.
Bir şişe köpek öldürenle kutlanırdı şehr-i ramazan.
Dost olmuşlardı o çınarın altındaki hali hazır devriye ile Setbaşı orospuları.

Bir balta çaksan yerle yeksan Mahvel... Ah yalnız sabahların kahvaltı kucağı...
Bir simit, bir de Ali Kırca Abi'den demlice bir bardak çay...
Yeni versiyon metalcilerin, zottirikten anarşistlerin, sappına kadar solculuk oynayan, siyahlı ve de zincirli veletlerin yıkılmaz kalesi Mahvel...
Nice yitik düşü kundakladı o veletler sende. Kundak dolusu düşlerini Setbaşı Köprüsü'nden uçurdular oysa belediye mahsus maviye boyamıştı parmaklıkları; intiharı azaltır diye düşünmüştü başkan.

Sabahları yaşlı bey amcalarla birlikte paylaşılan Mahvel, öğlene doğru simsiyah gençlere kesilirdi. Sabahları nargile muhabbetler, öğleleri demli bir bardak çaya ve tütüne bırakırdı yerini.
Akşamları ise başı dumanlı muhabbetler demlenir, düşünceler ağırlaşırdı.

Bir gece bir gölge, kundaktaki düşleri kundaklarken karanlıkta çaktığı kibritin o naif aydınlığında, o siyah kelebeklere duyduğu kini görmüş müydü dersiniz?
Yandı Mahvel bir gece vakti. Köprü altı çocukları belki de ilk kez o kadar ısındılar.
Siyah kelebekler mi? Onlar yeni mekanlar yarattılar: önce Sönmez'in altına sığınıldı; kışın iyiydi de yazın bunaltırdı.Kışın, Burççu Kemal'in dükkanı karşısında, Asa Kitapevi'nin hemen önünde, kitap kokusu tenine bulaşmış sahaflar ve kitap kurtlarıyla üçbeş muhabbet edilir, yeni yayınlar tartışılır, fotokopi dergiler merakla takip edilirdi.
Havalar ısındığında ise bütün siyahlar sağda valilik, solda defterdarlık, önde Atatürk heykeli, arkada dolmuş durağı arasına uçtular. Atatürk'ün atının kıçına baka baka demli muhabbetler yudumladılar. Spontone yaratılan bu mekana bir süre sonra çay ocağı kuruldu.
Anarşistler, valiliğin korumaları ve defterdarlığın düzenli dosyaları arasında, ve de Atatürk'ün tam da arkasında kaos hayalleri kurdular.

Selpakçı çocuklar gelirdi. Pegasus Ali, Dilek ve Sibop'un ve daha birçoğunun ders kitaplarını verirdi. Ben Dilek'e hediyeler alırdım, ders çalıştırırdım, matematiği ne kötüydü...

Ben orada yaşadım bir dönem... Setbaşı'nda..Küçücük bir evde, oda bile olmayan "yarım ada-m"da... büyük hayaller ve gerçeklerle...




27 Temmuz 2012 Cuma